2 Ocak 2015 Cuma
zehirli guatr hastalığı
Zehirli guatr hastalığı veya iç guatr olarak bilinen hastalığın tıp dilindeki karşılığı hipertiroididir. Bu hastalık tiroid bezesinin aşırı hormon salgılaması sonucu oluşur. Normalden fazla hormon salgılayan bu tiroid bezi büyümesi nodüllü veye nodülsüz olabilir.
Zehirli guatr hastalığı, tiroid türü hastalıklarının en muamma türüdür. Bu hastalığın neden çıktığı hakkında tıp bilimi henüz bir veri elde edememiştir. Yalnız asıl sebeb olmasa da yoğun stres , ani baskın dercede üzüntü gibi bazı etmenlerin bu hastalığa kapı araladığı konusunda doktorlar hemfikirdir. Özelikle deprem , savaş ve ani ölümler gibi insan psikolojisini bozacak durumlar sonucunda nüksetmektedir. Yine iyotlu tuzun sıkça ve çok tüketilmesi bu hastalığa sebebiyet verebilir.
Takatsizlik , ellerde terleme , kalp çarpıntısı, adet düzensizliği, şiddetli öfkelenme ve sinirlenme , bulantı, ishal,panik atak, kaşıntı, horlama, ani kilo kaybı, saç dökülmesi zehirli guatr hastalığına yakalanan kimselerde görünen belirtilerdir. Nodülsüz zehirli guatr hastalarının genelinde gözlerde büyüme ve gözlerde ileri doğru kayma(egzoftalmi) görülür. Zehirli guatrda kandaki yoğun tiroid hormonları kalbin üzerine aşırı yük bindirir ve bu yüzden kalp büyümesi meydana gelebilir. Bu hastalığın ilerlemesiyle kalp yorulur, vücudun ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelir. Bu hastalar çok çabuk yorulur.
Zehirli guatrda hastanın boğazında çoğunlukla şişlik görülmez; hatta bu yüzden hastalığa halk arasında iç guatr da denir.
Bu hastalığın vücutta zahiren gözüken izleri aslında çok da mühim değildir. Çünkü zehirli guatr vücudun içine çokça hasar vermektedir. Kalp ve damar sistemi başta olmak üzere birçok organ bu hastalıktan olumsuz bir şekilde payını almaktadır.
Bu hastalığın tedavisi hormon akışının normal seviyeye indirilmesiyle gerçekleşir. Hormon akışını düzeltmek içi de ya radyoaktif iyot (RAI) ile ameliyat yapılabilir ya da anti- tiroid ilaçlarla tedavi yöntemi kullanılabilir. Radyoaktif iyot yöntemini daha kalıcı ve sağlıklı bir yöntemdir. Bu yöntemde vücuda bir kapsül verilir ve hasta iki aya kadar iyileşir. Aynı zamanda hastadan hastahanede yatması da beklenimez. Bu yöntemi genelde Amerika ve Avrupa ülkeleri kullanmaktadır. Anti-tiroid ilaçlarla tedavi yöntemini ise Türkiye gibi bazı ülkeler kullanır. İlaç yöntemi RAI kapsül kadar yararlı olmasa da olumlu sonuç vermektedir.
Kelebekler kaç gün yaşar?
Halk arasında kelebeğin bir gün yaşadığı söylenir. Bu söz biraz mübalağalı olarak kelebeğin çok az yaşadığını belirtmek için söylenir .Bu söz çok bariz derecede hatalıdır. Bu yanlışın da kelebek ile mayıs sineğinin karıştırılmasından kaynaklandığını düşüyoruz. Bu sinek " bir gün sineği" olarak da adlandırılır ve bir günden fazla yaşadığı pek görülmez.
Kelebeklerin 150 bine yakın türü bulunmaktadır. Türleri arasında da yaşam süreleri farklılaşır. Haftalarca ,aylarca, yıllarca yaşayan kelebekler olduğu gibi sadece birkaç gün yaşayan kelebekler de vardır.
Normal bir kelebeğin yaşam süresi dört devreye ayrılır. Bunlar ; yumurta , tırtıl, pupa ve yetişkin devreleridir. Yumurta devresi kelebeğin yumurtalarını bir bitki üzerine bırakması ile başlar ve yaklaşık olarak bir veya iki hafta sürer. Tırtıl devresi yumurtaların çatlayıp içinden tırtılın çıkmasıyla başlar ve bu dönem üç hafta ile altı hafta kadar sürebilir. Pupa dönemi kelebeğin üçüncü dönemidir. Tırtıl bu dönemde kozaya girerek on veya onbeş gün kozada kalır. Kozadan çıkan kelebek artık yetişkindir. Yetişkin kelebek kanatlarının rengiyle herkesi büyülemektedir. Yetişkin döneminde kelebek, türüne göre haftalarca veya aylarca yaşayabilir.
Arefe ve tarihçesi
Bu günü anlamak için aslında arefeden önceki gün olan tevriye gününü de ele almak gerekmektedir. İslam inancına göre Hz İbrahim bir erkek oğlu olursa onu rabbi olan Allah adına kurban edeceğine dair söz vermiştir. Hz İbrahim'in bu sözü sonucunda İsmail adında bir erkek oğlu dünyaya gelmiştir. Oğlu büyüyüp genç bir delikanlı olunca Hz İbrahim'in verdiği söz aklından çıkmıştır. Bunun sonucunda arefeden önceki gün olan tevriye gününde Hz İbrahim rüyasında şöyle bir ses duyar; "Ey İbrahim sözünü tut"
Fakat Hz İbrahim neyin kastedildiğini anlayamaz, şüpheye düşer. Bu yüzden bu güne şüphe ve tereddüt günü anlamında tevriye günü denilmiştir.
Gördüğü rüyaya bir anlam veremeyen Hz İbrahim aynı rüyayı arefe günü de görür. Aynı sesi duyan Hz İbrahim rüya vesilesiyle verdiği sözü hatırlar. Şüphenin kalkmasıyla Hz İbrahim ne yapacağını bilir. Bu güne de bu yüzden Arapça'da "bildi" manasına gelen arefe denilmiştir.
İNANÇ VE AMEL MÜNASEBETİNİ KURAMAYAN BİREYLERİN RUH HALİ
Din dediğimiz olgu bireye çeşitli sorumluluklar ve mesuliyetler yükler.Herhangi bir ilaha inanmayı , onun dediklerini yerine getirmeyi, hayatını onun dedikleri çizgisinde yönlendirmeyi bireye dikte eder.Dikte eder diyorum ; çünkü dinin sorumlulukları katidir mutlaka yerine getirilmesi gerekir. Yapılamadığı takdirde telafi edilmelidir. Bu konuda semavi dinlerin yönlendirmesi açıktır. İfadelerin ne kadar açık olduğunu belirtmek için örnek vermek istiyorum.
Örneğin; Kuran “ Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, ruku edenlerle birlikte siz de ruku edin” der. Tevrat Hz Musa’ya Tur dağında bildirilen on emirde “Cumartesi günü hiç bir iş yapmayacaksın” buyurur. İncil “Aldanmayın ! Ne cinsel ahlaksız yapanlar, ne puta tapanlar, ne zina edenler, ne cinsel sapıklar, ne eşcinseller, ne hırsızlar, ne açgözlüler, ne ayyaşlar, ne sövücüler, ne soyguncular Tanrı’nın egemenliğini miras alacaklardır.Üç semavi dinin kitaplarında da görüldüğü gibi yapılması gereken emirler açıktır. Emirlerden kaçmak için herhangi bir açık kapı bulamamaktayız.
Bütün dinlerde bir imani boyut bir de ameli boyut bulunmaktadır. İman, insanın maneviyatını yapar, ameller de insanı kemale ulaştırır. İnanılması gereken ilaha inanılmalı ona ibadet edilmelidir.Müslüman, Hıristiyan, Budist, Şintoist vb. Hangi dinden olursa olsun farketmez.
İbadetlerin yapılmasına ve yapılmamasına göre din bireye cenneti ve cehennemi gösterir.Birey bu denilenleri yaparsa vaad gerçekleşecek yapmazsa vaid sadır olacaktır. Birey de bu doğrultuda hayatını sürdürür.Neye inanmışsa ona göre yaşamına şekil verir.
Örneğin bir müslüman Allah’a inanır ve onun emrettiklerini de harfiyyen yerine getirmek için çaba gösterir.Beş vakit namazını kaçırmamaya , orucunu tutmaya , zekatını vermeye gayret eder.
Bir Hıristiyan o da inanmış olduğu değerler doğrultusunda haftalık olarak kilisesine gider, dua yapar , bağışta bulunur,hac mekanlarını ziyaret eder.
Bir Budist Buda’nın heykeline saygıda bulunur, ona çiçek ve tütsü sunar ve kutsal yerleri ziyaret eder.Lumbin ve Bodhi Gaya gibi…
Birey bunları yapınca inancı ne olursa olsun -isterse taşın tanrı olduğuna inansın- kendinde bir rahatlama hisseder. Üzerindeki yükün bir kısmının kalktığına inanır. Kuş gibi olur. Sevinçten havalara uçar. Çünkü o vazifesini yapmıştır ve artık mutlu bir şekilde yaşayabilir. Kulluğunu en güzel şekilde ifa ettiğinden hayatında da rahatsızlık hissetmez. Yaptığı her işten zevk alır. İnsanların yüzüne güler, onlara yardım etmeye çalışır. Çevresini aydınlatma uğruna elinden ne geliyorsa yapmaya gayret gösterir. Elinden geleni yapmış olmanın sevinciyle hem dünya adına hem de ölüm sonrası adına mükafat beklentisinde olur.
Buraya kadar her şey güzel. Ya birey inanç ve amel birlikteliğini kuramazsa . Allah’a inanıyor ; ama namaz kılmıyorsa. Buda’ya inanıyor; lakin ona tütsü yakmıyorsa. Hıristiyansa ve dua etmiyorsa. Bu gibi durumlarda bireyin hali ne olacak, nasıl bir ruh haletine bürünecek, dünya adına ve ukba adına fikirleri nasıl değişecek, çevresiyle ilişkileri nasıl olacak? Bu sorular üzerine kafa yormamız gerekmektedir. Kafa yormamız hatta kafayı zonklatmamız gerekmektedir. Dünyanın büyük bir kısmı inançlı, herhangi bir dine inanıyor. 2013 yılında yapılan bir araştırmaya göre dünya nufusunun %16’ sı dinsiz. Bu demek oluyor ki dünya nufusunun yaklaşık %84’ü bir dine mensup. Bu gayet normal, bunda şaşılacak bir yan yoktur. Garip olan inananlar üzerinde araştırma yaptığımızda ortaya çıkmaktadır. 2012 yılında yapılan bir araştırmaya göre çoğunluğunu müslümanların oluşturduğu bir ülke olan Türkiye’de kendini dindar olarak adlandıranların oranı %81, bunların içinde düzenli namaz kılanların oranı ise %29’dur. Görüldüğü üzere inananların çoğu da ibadet etmemektedir. Karşımızda büyük bir kitle var. Bu kitlenin inançlarıyla amelleri arasındaki muhalefet, ruh hallerine nasıl yansımakta? incelenmesi gereken bir konudur. Şimdi bunu değerlendirelim.
A) RUH DÜNYASINDA ÇATIŞMALAR YAŞAYACAKTIR
Neye inandığını neye taptığını bilen bireyler genelde bu halin içine girerler. Onlar işin cidiyetinin farkındadırlar. Amma nedense bir türlü inançlarını tam manasıyla amele dökemezler.
İnanışıyla yaşantısı bir olmayan birey kendini bir çıkmazın içinde bulur. Yapması gerekenleri yerine getirmemesi sırtında ağır bir yük haline gelir. Bilir ki bu yaptıkları yanlış ve bunun karşılığını hem dünyada hem ukbada olumsuz olarak görecek. Din insana iki dünyanın saadetini vaad eder; ama istedikleri yerine getirilmezse hem dünyanın hem de ukbanın menfi olacağı yönünde tehditler savurur.Kuran nar-ı cehennemle , İncil yüce İsa’nın affından uzaklaşmakla uyarmaktadır. Beşeri dinlerden olan Budizm ve Hindizm gibi dinler ise bir alt tabakaya düşmekle, yani insandan hayvana, hayvandan bitkiye , bitkiden maddeye dönüşmekle tehdit eder. Işte bu gibi uyarılar karşısında birey içinden çıkılmaz bir ruh haletine bürünür. Akıbeti hakkında daima endişelidir. Uğursuzlukların musibetlerin belaların kendisinden dolayı geldiğini düşünmektedir. Bir yandan kendinden nefret eder, bir yandan da çok pişmandır. Sürekli düşünmekte ve bir çıkış yolu aramaktadır. Dayanacak bir yer, derdini açacak kimseler arar ;ama ya utandığından yada inasanların teveccühünden korktuğu için derdini kimseye anlatamaz. Bu yüzden sürekli içindeki ikinci ben ile çatışmaya girer. Onu tenkit eder ,şuçlar ve aşağılar. Siz onu zahirde yaşıyor zannedersiniz ; fakat öyle değildir. Belli etmese de onun içnde volkanlar patlamaktadır. Tabirim objektif olmayacak ; ama belirtmek istiyorum : o şahıs duble kalbi kararmış, ruhu hasta, ölmek üzere bir insandır. Daima yeni başlangıçlar dener.Bunların bazılarında başarıya ulaşabilir, müspet sonuçlar elde edebilir. Tersi olur da yeni başlangıçlar işe yaramazsa bunalımı ikiye katlanabilir. İşin sonucu bunalıma ve depresyona kadar gider.
B) BİREY BOŞVERMİŞLİK SENDROMUNA GİRER
Bu tür kimseler az değildir. Bu tip bireyler genelde olayın ciddiyetini bilemeyen avam tabakadır. Onlar inanırlar ; ama teslimiyet yoktur. Yeri gelir arzuları ve zevkleri için inançlarından feragat edebilirler. Bu boşvermişlik onlara şunları söyletir: “ Aman cehenneme gidelim biraz ısınırız”, “Boşver İsa affetmesin bizi”, Öldükten sonra hayvan suretine girecekmişim amaan biraz da hayvanlar aleminin tadını çıkarırız”.
Bu hal bireyde bir ideoloji veya dünya görüşü bırakmaz. Onun ruh dünyası daima değişir. Bir gün camide görürsünüz , sizin gibi ibadet eder. Başka bir gün meyhanede görürsünüz , normal inasanlar gibi demlenir. Bu bireyin diğerlerinden farkı bunu yaparken hiç pişmanlık duymaması, aksine işine kılıf uydurmasıdır.
C ) BİREY YA DİN DEĞİŞTİRİR YA DA DİNSİZLİĞE BAŞVURUR
İnandığı değerler bireyi ağır yükümlülükler altına sokuyorsa birey daha hafif yükümlülükleri olan değerlere inanmaya başlar. Veya tamamen kendini bu değerlerden soyutlar. Böylelikle ifa etmek zorunda olduğu mesuliyetler üstünden kalkmış olur. Kendini rahat hisseder. Hayatını istediği gibi yaşar. Bu gibi bireyler genelde dini amaç olarak değil de araç olarak kullanırlar.
Sonuç itibariyla iman amel münasabetİni kuramayanlar çeşitli ruh hallerine girerler. Bu ya kişinin dışa vurmadan kendi kendini yemesi şeklinde olur ya da yaşadığı gibi inanması şeklinde. Kendini yiyenler bunalıma çöküntüye girerler yaşantılarından zevk almazlar. Yaşadığı gibi inananlarsa ortaya yeni ferdi bir din koyarlar. Toplumun dini değer ve yargılarından uzaklaşırlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)