İbadet kelimesinin türetildiği abede sözcüğünden bir de ubudiyyet kelimesi türetilmektedir. Bu kelime ile ibadet kelimesi kimi zaman aynı anlamda kullanılmaktadır; lakin ubudiyyet farklı manaları da içinde barındırmaktadır. İbadet kulluk vazifesini yerini getirmeye ve bu yörüngede yaşamaya denirken ubudiyyet Allaha kul köle olduğunun farkına varmaya denir. Zûn-Nûn el-Mirînin ifadesiyle ubudiyet, nasıl Allah daima senin Rabbin ise, senin de dâima O'nun kulu olmandır."
Efendinden başkasının huzuruna gitmemenin, başkasına el açmamanın onun kapısının kölesi kıtmiri olduğunun şuurunda olma durumudur. Köle olduğunun şuurunda olmak olan rububiyet karşısında köle gibi davranmayı gerektirir. Her zaman emre amade olmayı efendinin peşini hiç bırakmamayı onun tahtının dibinden ayrılmamayı iktiza eder. Köle bunu yapar rububiyetin şe’nine karışmaz. Üstat Bediüzzaman hazretleri bu konuda: Ubudiyyet ise, hâlinsen livechillah olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile ona iltica etmeli. Rububiyyetine karışmamalı. Tedbiri ona bırakmalı. Hikmetine itimad etmeli. Rahmetini ittiham etmemeli.
Yaptığı iş karşısında ücret beklememeli. Ücret beklerse efendinin rızasını sevgisini kazanması çok zor olur. Burası dar-ı hizmettir darı ücret değildir. Bu mevzuda kadın efendi Rabiatul Adeviyye’nin şöyle bir duası vardır; Allah’ım sana cehenneminden korkarak ibadet ediyorsam beni cehennem ateşinde yak. Eğer sana cennet ümidiyle tapıyorsam cennetini bana haram kıl. Benim sana olan sevgi ve ibadetim senin sevilmeye ve kulluğa layık oluşundandır.
Ceriri hazretleri de ibadet ve ubudiyyet ufkunun farklılığını şöyle ifade eder; "Nimetin kulları çoktur; ama nimet verenin kulları azdır" demiş. Bu sözün anlamı şudur: Nimet bulmak veya nimet karşılığında kulluk edenler çoktur. Fakat Hz. İsa'nın vurgulayarak belirttiği gibi hiç nimet ve sevap düşünmeden sırf nimetlerin sahibi Allah için kulluk edenler azdır.
1 Ocak 2015 Perşembe
İBADET
Genel manası itibariyle düşündüğümüzde ibadet; her hangi bir dini inanışta inanılan şeyin emrettiklerini yapmak nehyettiklerinden de kaçınmaktır. Her dinde olduğu gibi ibadet İslam dininde de bulunmaktadır. İslam dininin ibadet anlayışı diğer dinlere nazaran farklılık ihtiva etmektedir. Dinimiz İslam da ibadet hayatın her safhasında ve her anında bulunmaktadır. Başka dinlerde olduğu gibi hayatında bir kere yapmakla ibadet yapılmış olmaz. Gün içerisinde her vaktin ibadeti vardır. Bir haftaya özel ibadet bulunmaktadır. Bir yıla özel ibadet bulunmaktadır. Ve herkesin hayatında bir defa yapması gereken ibadet bulunmaktadır. İbadetlerin içeriğini söylememiş de olsak karşımıza İslam dinindeki ibadet anlayışının ne kadar tertipli olduğu ortaya çıkmaktadır. İbadet; Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden kaçınmak demektir. Türkçe de kullandığımız bu kelime aslen Arapça bir kelime olup abede sözcüğünden türetilmiştir. Abede, Arapça’ da bir işi azim ve hırsla yapmaktır. Kişinin akli fikri bedeni bütün melekelerini yaptığı işe vermesi demektir. Kelime daha sonraları dini bir anlam kazanmış olup kendini rabbine kul addetme manasına gelmiştir. Genel olarak bugün ibadet denildiğinde kulluk anlaşılmaktadır. Tabi ki bu başta belirttiğimiz gibi dinden dine değişmektedir. Budaya yapılan ibadet, puta yapılan ibadet, ineğe yapılan ibadet… Yalnız İslami literatürde bu kelimenin anlamına bakarsak çok daha farklı manaların yüklenmiş olduğunu görürüz.
Muhammed Fethullah Gülen hoca efendinin tanımına göre ibadet; İnsanın bütün benliğiyle, bütün duygularıyla, iç ve dış bütün havassıyla, fikrî melekeleri, his âlemi, kafası ve lisanıyla Allah’a yönelmekten ibaret olan sistemli bir hareket tarzına denir.İbadet biz hiçbir şeye gücü yetmeyen aciz fakir insanların malikül mülk, mahlûkatın halikı olan rabbimize kulluk sorumluluklarımızı yerine getirmemizdir. Yani bize emretmiş olduğu emirleri harfiyen yerine getirme nehyettiği durumlardan da kaçınmanın adıdır. İbadet eden abid olur bir başka deyişle köle olur. Bu kulluk anlayışını Hz. Mevlana şöyle dile getirir:
“Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Ben Sana hizmette iki büklüm oldum. Kullar âzâd olunca şâd olur; ben Sana kul olduğumdan dolayı şâd oldum.”
Rabbin çizdiği istikametin dışına çıkmamayı daima onun emirlerini yerine getirmeyi gerektirir ibadet. İbadet, Allah’ın Cibril’i emin aracılığıyla kulu ve elçisi olan Hz. Muhammed (s.a.v) gönderdiği vahye itaati gerektirir.
“Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım. Bizi yoktan var eden rabbimiz burada belirttiği gibi bizden kendisine ibadet etmemizi istemektedir. Bu ferman mahlûkun yaratılma gayesinin rabbi tanımak olduğunu ve yalnız rabbe boyun eğmek gerektiğini bildirir. Hatta bu ayet ile Allah u Teâlâ kulun Allahtan başka bir şeye ibadet etmekle istikametin dışına çıktığını yani isyan arazisinde dolaştığını bildirmektedir. Böyle bir durumda tokat yeme ihtimali çok yüksektir. Nasıl ki bir efendi, dediklerini yapmayan, kendine saygı göstermeyen kölesini azarlar; Allah da istikametten ayrılmış kulunu böyle uyarır.
Yukarıdaki tanımda da olduğu gibi ibadet duygu düşünce ve lisan izdivacı gerektirir. Abid mabuda ibadet ederken masivadan büsbütün kopmalı, yalnız mabuda odaklanmalı ve yalnız onun tecellilerini görmelidir. Kul öyle bir ibadet etmeli ki onun ibadetini görenler Allah haktır vardır diyebilmeliler. Kul öyle ibadet okyanusuna dalmalı ki o anda yediği oklar onun ibadetine mani olmamalı. Kul öyle ibadet ufkunda uçmalı ki savaşta kendine ok isabet eden Haydar-ı Kerrar gibi çevresindekilere ‘ben namaza durunca oku çıkartın’ demeli ve o ok çıkartılırken de bir şey hissetmemeli. Abid şu felaha giden yolu gösteren ayeti okurda nasıl ibadetinde lakayt olur. Allah buyuruyor ki:
'Müminler muhakkak kurtuluşa ermişlerdir. Öyle müminler ki, onlar, namazlarında huşu içindedirler.
Namaz içinde "huşu" halinde olmaktan maksat, Allah'tan korkarak ve sükûnet içinde namaz kılmaktır. Bu da namaz kılanın, kalbini sadece namaza vermesi, namaz dışındaki her şeyi kalbinden çıkarması ve namazı diğer bütün dünyalıklara tercih etmesiyle olur. İşte o zaman namaz kılan kişi, rahatlık hisseder ve kıldığı namazdan zevk alır. İşte bu şeklide namaz kılan kimse hem kalben hem de bedenen sükûnet hisseder, huzur içinde olur. Ayet-i Kerime'de işte böyle bir müminin kurtuluşa ereceği beyan edilmektedir.
İbadet görüldüğü üzere sathi nazarla yapılacak bir olgu değildir. Farklı engin bir buud gerektirir. Dolayısıyla de ibadetin bozuk bir Türkçeyle “tapmak-tapınmak” şeklinde tabir ve tercüme edilmesine imkân yoktur. Tapmak ve tapınmak; daha ziyade şuursuzca, niyetsiz ve sistemsiz yapılan hareketlere denir. Her şeyin en ala örneğini veren peygamber efendimiz (sav) ibadetin de en ala örneğini insanlara sunmuştur. Öyle bir sunmuştur ki görenler onun ibadetinde Allah’ın varlığına delil bulmuşlardır. Nasıl onun ibadetine hayran kalmasınalardı ki o habibullahtı. Allah’ın en sevdiği kuluydu ve de o, Allah’ı en çok seven kuldu. Rabiatul Adeviyye’nin dediği gibi seven de sevdiğine itaat ediyordu. Onun itaati bambaşkaydı ayakları şişinceye kadar namaz kılıyordu. Üst üste visal orucu tutuyordu. Malı yoktu; ama eline ne geçerse onu da hemen infak ediyordu. Zikrullahı dilinden hiç düşürmüyordu.
Yazar: Ali Çalıkoğlu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)