9 Nisan 2015 Perşembe

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İslam Hukuku

AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ
İkinci Dünya Savaşı sırasında insanlığa karşı işlenen suçlar, yönetici ve devlet adamlarına karşılıklı anlayışa dayanan birliğin oluşturulması, yeni bir Avrupa kurulması düşüncesini benimsetmiştir.[1] İşte bu anlayış içinde Avrupa’nın ilk siyasal kuruluşu olan Avrupa Konseyi, “Üyeleri arasında ortak varlıkları olan, ülkü ve ilkeleri korumak ve yaymak, ekonomik ve toplumsal girişimleri sağlamak” amacıyla 1949 yılında kurulmuştur.
Avrupa Konseyi’nin amaçları arasında yer alan en önemli ilke, insan haklarının ve temel özgürlüklerinin geliştirilmesi ve korunmasıdır. Bu ilkeler çerçevesinde 4 Kasım 1950 tarihinde imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 3 Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe girmiş, Türkiye sözleşmeyi 1954 yılında onaylamıştır.
 AİHS’nin en önemli özelliği, koruma altına aldığı temel hak ve özgürlükleri kapsamlı olarak düzenlemesi, hangi koşullarla ve nasıl sınırlanabileceklerinin ölçütlerini koyması ve işlevselliğini sağlayacak denetim organlarını kurmasıdır. Bu yapılanmaya katılan Avrupa Konseyi ülkeleri ulusal düzenlemelerinde, sözleşmeye aykırı yasalar çıkarmama ve varolan hukuklarını sözleşmeye uygun bir biçimde yenileme yükümlülüğü altındadırlar.
AİHS’yi, diğer bildiri ve sözleşmelerden ayıran önemli bir özellik, sözleşmede öngörülen temel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla kurulan denetim mekanizmasının bulunmasıdır. Böylelikle sözleşme, insan haklarının korunmasının ulusal düzeyden, uluslararası düzeye geçmesini sağlamış, bireyi uluslararası hukukta söz sahibi yapmıştır.[2]
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ VE İSLAM HUKUKU’NDA  YAŞAMA HAKKI
Yaşamak, her varlığın, her insanın tabii bir hakkı olduğundan canlının ilk işi, varlığını devam ettirmek için bütün gücüyle çalışmasıdır. Yaşayışı güven içinde bulunmayan bir insanın daima üzüntülü olması bundandır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yaşama hakkına  şu şekilde yer vermiştir; “Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezâsı ile cezâlandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezânın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez.” [3]
Sözleşme de beyan edilen ilk esasî hak 2. Madde de yer alan ve 4. sayfada tekrar ele alınan yaşam hakkıdır. Yaşam hakkı ilk sayılan haktır. Çünkü tüm hakların en temel olanıdır. Eğer biri yaşam hakkından keyfî olarak mahrum bırakılırsa diğer tüm haklar anlamsız olacaktır. Bu hakkın temel olma niteliği ayrıca hakkın “geri alınamaz” nitelikte olmasında belirgindir. “Savaş zamanında ve ulusun varlığını tehdit eden diğer olağan üstü durumlarda” bile bu hak esirgenemez.[4] Yaşam hakkı ancak kanun ile son bulabilir.

 İnsanlığın yaratılışına ve tabiatına uygun olan İslâm, fertler için tabii olan bu hakkı önemle korumuştur.[5] Hayat hakkı İslam’da korunması gereken beş haktan[6]  biridir. İslam’a göre hayat, şânı yüce yaratıcının insana ihsanıdır. Hiç kimse, Allah’ın iradesi dışında ona sahip olamaz. Bu konuda yüce Allah (cc): “Doğrusu dirilten ve öldüren Biziz; hepsinin gerisinde de Biz kalırız.”[7] diğer bir âyet-i kerîmede ise: “Doğrusu Biz diriltiriz, Biz öldürürüz, dönüş bizedir.”[8] buyuruyor.
Toplumun yararı ve yaşayanların hayatını korumak için kişilerden yaşama hakkını kaldırmak yalnız devlete verilmiştir. Haksız yere bir insanın hayatına saldırmak, bütün topluma yapılmış bir saldırıdır. Bir insanın hakkını vererek, onu ölümden kurtarmak, bütün toplumu hayata kavuşturmaktır. Yüce Allah (cc) bu konuda mealen şöyle buyuruyor: “Kim bir kimseyi, bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse, ölümden kurtarırsa, bütün insanları diriltmiş gibi olur.”[9]
İslam’da bir sebeb yokken savaş açılıp insanlar öldürülemez. İslam dini, maddi zenginlikler ele geçirmek, güç kazanmak amacıyla savaşılmasını meşru saymamıştır. Savaşı temelde iki nedenden dolayı caiz görmüştür:
1. Allah’ın dinini ve adaleti yeryüzüne yaymak
2. Müslümanların yaşadığı topraklara saldırı olduğunda savunma amacıyla savaşmak.
Savaş halinde, sivillerin, özellikle kendi halinde yaşayan din adamları, kadın ve çocukların öldürülmesini İslam dini yasaklamıştır. İslam yine bireyin kendini yok etmesini[10], kan davası gütmesini[11], kürtaj[12] ile çocuğunu aldırmasını da yasaklamıştır.
İslam hukukuna göre kişinin yaşama hakkına saldıran bir adam, bunun cezasını kendi hakkından yoksun bırakılmak suretiyle görecektir.[13] Buna da kısas adı verilir. İslâm’da hayata tecavüz, nasıl en kötü bir cürüm, büyük bir günah ise hayat ile ilgili olan haklara saldırmak da böyledir.
Görüldüğü üzere hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hem de İslam yaşama hakkını en temel haklardan saymış ve korunmasına yönelik tedbirleri almışlardır. Her iki sistemin de arasında ciddi benzerlikler görülmektedir. Yalnız şu var ki: İslam hukukunun olaya daha şumüllü baktığını görüyoruz. İslam yaşamı ancak Allah’ın verip alacağını söyleyerek hem ceninin hayatına son verilmesini, hem de intiharı suç sayar. İntihar sebebiyle ölen kimselerin de diğer tarafta cezalarını göreceklerini bildirir. Diğer taraftan ceninin katli ve intihar ile ilgili hüküm  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde görülmemektedir.

AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ’NDE VE İSLAM HUKUKU’NDA KÖLELİK
Köle, hukuki, iktisadi ve sosyal bakımdan hür insanlardan farklı ve aşağı statüde bulunan kimse demektir.[14] Kölelik, bir insanın başka birinin malı ve mülkü olmasıdır. Başka bir kişinin malı ve mülkü olan kişiye köle, memlûk veya kul; köle sahibine ise efendi veya mevla denir. Bazı durumlarda uşak ve hizmetçi de köle anlamına gelir. Kadın kölelere ise cariye adı verilir.
İnsanoğlunun tarihi kadar eski olan kölelik müessesesine ilk çağlardan başlayarak bir çok uygarlıkta rastlamak mümkündür. Sümerler, Akadlar, Eski Mısır, Hitit, Fenike, Babil, Hint uygarlıklarında kölelik müessesesi varolmuştur. Eski Yunan ve Roma’da da kölelik yerleşik bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Kölelik kurumunun ortaya çıktığı uygarlıklarda kölelerin hukuki statüleri hemen hemen aynıdır. Köleler haklara ve borçlara ehil değillerdir ve bu nedenle hukuk sistemi içinde kişi olarak kabul edilmemişlerdir. Köleler hakkın sahibi değil konusu olmuşlardır.[15]
Modern hukuk sistemlerinin hemen hepsinde insanlar do­ğumla birlikte haklara ehil olurlar. Bugün ilkçağ insanının anladığı ve uyguladığı şekilde bir kölelik kurumunun kabulünü dü­şünmek insanlık için dehşet verici ve imkânsızdır.[16] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi  4. Maddesi gereğince kölelik şu şekilde yasaklanmıştır.
1. Hiç kimse köle ve kul halinde tutulamaz.
2. Hiç kimse zorla çalıştırılamaz ve zorunlu çalışmaya tabi tutulamaz.[17]
Bu madde geçmiş sistemlerde olan kölelik anlayışına son vermekte, köleliği hükümsüz saymaktadır. Köle olarak addedilen kimseler de insandırlar ve her insanın doğumuyla elde ettiği hakka  sahiptirler. Kimse birini kendi mülkiyeti altına alıp çalıştıramaz, onun özgürlüğünü kısıtlayamaz. Birini mülkiyeti altına almak cezai meyyide gerektirir. Hakkında hukuki işlemler yapılır ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin almış olduğu karara göre cezası verilir.
İslam Hukuku köleliği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi tamamen kesip atmamıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 20. yüzyılın bir ürünüdür. İnsanlık 20. yüzyıla gelene kadar bir çok badireler atlatmış ve belirli fikri bir doygunluğa ermiştir. AİHS’de kölelik konusunda  böyle kati kararın alınmasında konjöktörün büyük etkisi olmuştur.
İslamiyet ortaya çıktığında köleliği gerek Arap toplumunda gerekse diğer komşu toplumlarda yerleşik bir kurum olarak bulmuş ve müesseseyi kabul etmiştir. İslâmiyet’in kölelik müessesesini kabul etmesi eşitlik ve örgürlük ideali ile çelişir görünmektedir. Ama İslamiyetin köleliğe karşı tutumu ve tavrı bize pek de çelişmediğini göstermektedir. İslâmiyet’in köleliğe karşı tavrını iki özelliğin belirlediği söylenebilir: Bunlardan birincisi İslâmiyet’in tedrici olarak kölelik kurumunu kaldırmayı hedeflemiş olması, ikincisi de azad oluncaya kadar kölelere insanca muamele edilmesi konusunda etkin önlemlerin alınmasıdır.[18]
Genel olarak bakılacak olursa İslam Hukuku’nun köleliği kaldırmaya yönelik tutumlarda bulunduğu görülür. Yalnız buna rağmen kölelik tamamen kaldırılmamıştır. Bazı İslam hukukçuları kaldırılmamasına sebep olarak savaşları göstermektedirler. Bildiğimiz üzere İslâm Hukuku’nda köleliğin en önemli kaynağı savaş esirliğidir. İslâm hukukuna göre savaşta ele geçirilen esirler için üç durum söz konusu olabilir. Karşılıksız ya da belli bir fidye karşılığı serbest bırakmak, hürriyetlerini ellerinden alarak köle statüsüne geçirmek, ya da öldürmek.[19] Eğer kölelik kaldırılırsa savaş esirleri serbest bırakılır ki bu durumda serbest bırakanları bekleyen ölüm akıbeti bulunur.
Kuran hukuki açıdan kölelikle ilgili cahiliyye toplumunda olmayan yeni hususlar getirmiştir. Köleye ait yeni hükümler teşri ederek kölelerin durumunu iyileştirmiştir. Kur’an’da kölelere iyi davranılması tavsiye edilmektedir: “Allah kulluk edin. Ana babaya, akrabaya, yetim ve öksüzlere, çaresizlere, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, maliki olduğunuz kişilere iyi ve güzel davranın”[20] Yine Kuran “Sizden hür, mümin kadınla evlenmeye güç yetiremeyen kimse, ellerinizin altındaki, genç mümin köle kızlardan biriyle evlensin. Hep birbirinizdensiniz”[21] ayetiyle köle ve hür kimseyi aynı statüde değerlendirmiş, evlenmelerine cevaz vermiştir. Köle azad etme konusunda ve köleye ihsanda bulunma konusunda daha bir çok ayet vardır.[22]

Hz. Peygamber (sav) de çok çeşitli hadislerde kölelere iyi davranılmasını öğütlemiş ve köle azadını teşvik etmiştir. “Her kim mümin bir boyunu hürriyete kavuşturursa, Allah hürriyete kavuşturulan kişinin her uzvuna karşılık hürriyete kavuşturan o adamın bir uzvunu ateşten azad eder”.[23] “Kim bir köleyi döverse onun kefareti, onu azat etmektir.”[24]
Görüldüğü üzere İslamiyet kölelik kurumunu kabul etmekle birlikte bu kuruma karşı yeni ve farklı bir yaklaşım tarzı benimsemiştir. İslâm hukukunun kölelik müessesesi konusunda getirdiği yeniliklerden ilki kölelik kaynaklarını sınırlamasıdır. İslâmiyet daha önceki dönemlerde görülen bizzat kendini satmak veya borç sebebiyle kölelik gibi kölelik nedenlerini reddeder. İslâmiyet’in kölelik kurumu ile ilgili getirdiği ikinci önemli yenilik köle azadını teşvik etmesi ve azad yollarını çoğaltmasıdır. İslâm’da köleler çeşitli yollarla hürriyetlerine kavuşabilmişlerdir. Köleler bir karşılık beklenmeden Allah rızası için azad edilebilir (gönüllü azad), bir sözleşme ile hürriyetini satın alabilir (mükatebe), efendi ölümü halinde kölenin hürriyetine kavuşacağı şartını koşabilir (tedbir) veya efendisinden bir çocuk doğuran cariye (ümm–i veled) efendisi ölünce azad olabilir. Ayrıca belli dini kuralların ihlâlinin kefareti olarak köle azadı öngörülmüştür. Kasda benzer ya da hataen adam öldürme fiillerini işleyenler, yeminini bozanlar, karısına karşı zihar yapanlar kefaret olarak köle azad etmek zorundadırlar.[25] Üstelik hürriyetine kavuşan bir köle herhangi bir sınırlamaya tâbi olmadan her türlü haktan istifade edebilir.
İslâmiyet’in kölelikle ilgili olarak yaptığı tüm bu olumlu düzenlemelerle beraber, köle hak (vücub) ve fiil (eda) ehliyetine sahip bir hukukî şahsiyet değildir. Alınıp, satılabilir, sahibi öldüğünde terekeye dahil olup mirasçılara intikal eder, mehir karşılığı verilebilir.[26]
İslam’da kölelik konusunda Fethullah Gülen Hocaefendi’nin şu görüşü takdire şayandır: “İslâm köleliği vaz'etmedi; bilâkis onu tâdile koyuldu ve kurutma yollarını gösterdi. Şayet harplerin döküntüsü esirler ve bir kısım sefil ruhların bunu teşvik ve terviçleri olmasaydı, kölelik İslâm'ın muallâ bünyesinde, tenkit edildiği şekliyle asla pâyidâr olamazdı. Zaten, zarurî olarak karşısına çıkan kölelik için de o, ahkâm vaz' etmişti ve onu arz edildiği şekilde sefalet ve perişaniyetten; mazlumiyet ve mağduriyetten halâs ederek, mutlak hayra ve mutlak güzele yönelmişti.”[27]
Sonuç olarak bakılacak olursa karşımıza AİHS’nde kölelik hiçbir şekilde kabul edilmemekte, hukuki olarak yok sayılmaktadır. İster savaştan elde edilen esir olsun, ister köleden doğmuş olsun birinin özgürlüğünü kısıtlamak kanunen suçtur. İslam Hukuku köleliğin normal karşılandığı bir ortamda teşekkül ettiği için köleliği bünyesine belirli kurallar ve prensipler çerçevesinde almıştır. Köleliğin kaynaklarını kısıtlamış, bir çok konuda kefaret olarak köle azad etmeyi getirmiştir. Hür kimsenin ise hiçbir neden yokken özgürlüğünün kısıtlanmasını haram saymıştır.
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ VE İSLAM HUKUKU’NA GÖRE MÜLKİYET
Mülkiyet hakkı, hukuki bireylerin taşınır vaya taşınmaz olan herhangi bir mala sahip olma haklarına denir. Bu hak en eski tarihten bu zamana kadar birçok hukuk sisteminde, felsefe anlayışında ve adetlerde bulunmuştur. AİHS bu hakka şu şekilde yer vermiştir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.”[28]
İfade de belirtildiği gibi ancak kamu yararı sebebi ile kanuna uygun bir şekilde mülkiyete dokunulabilir. Bunun dışında kimse bir sebebe dayanmadan  mülkiyet ihlali yapamaz. Mülkiyet ihlali yaptığı takdirde AİHS  kararlarına  uymamasından dolayı AİHM’nin uygun gördüğü cezai müeyyideyi alır.
İslam, mal ve mülklerin gerçek sahibinin Allah olduğunu söyler. Yer­yü­zü­nün ve gök­le­rin mülk ola­rak Al­lah’a ait ol­du­ğu­nu bil­di­ren ba­zı ayet­ler şun­lar­dır: “Gök­ler­de ve yer­de olan­la­rın mül­kü an­cak Al­lah’ın­dır. O her­şe­ye ka­dir­dir.”[29] “Gök­le­rin, ye­rin ve iki­si ara­sın­da­ki­le­rin mül­ki­ye­ti sa­de­ce Al­lah’a ait­tir. O, di­le­di­ği­ni ya­ra­tır. Al­lah’ın her şe­ye gü­cü ye­ter.”[30] “Şüp­he­siz ki, gök­le­rin ve ye­rin mül­kü yal­nız Al­lah’ın­dır. Di­ril­ten ve öl­dü­ren O’dur. Si­zin için Al­lah’tan baş­ka ne bir dost ne de bir yar­dım­cı var­dır.”[31] “De ki; gök­ler­de ve yer­de olan şey­ler ki­min­dir? De ki; Al­lah’ın­dır.”[32]
Al­lah Teâlâ sa­hip ol­du­ğu bu mülk­ler­i, is­te­yen, ça­lı­şan ve mülk edin­me usul ve yol­la­rı­na sa­rı­lan­la­ra ve­rir. Böy­le­ce mülk üze­rin­de meşrû yol­dan ta­sar­ruf­ta bu­lun­ma ve ya­rar­lan­ma hak­kı in­sa­na geç­miş olur. Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur:
“Ey Mu­ham­med! De ki: Ey mül­kün sa­hi­bi Al­lah’ım! Mül­kü di­le­di­ği­ne ve­rir, di­le­di­ğin­den alır­sın. Di­le­di­ği­ni aziz, di­le­di­ği­ni ze­lil kı­lar­sın. Ha­yır se­nin elin­de­dir. Şüp­he­siz ki Sen, her şe­ye ka­dir­sin. Ge­ce­yi gün­dü­ze ka­tar­sın, gün­dü­zü de ge­ce­ye. Ölü­den di­ri­yi çı­ka­rır­sın, di­ri­den de ölü­yü. Di­le­di­ği­ni de he­sap­sız rı­zık­lan­dı­rır­sın.”[33]
Al­lah Teâlâ’nın ya­ra­tıp, in­san­la­rın em­ri­ne ve is­ti­fa­de­si­ne sun­du­ğu dün­ya ni­met­le­ri­nin İslâm’ın be­lir­le­di­ği usul ve yön­tem­ler­le özel mül­ki­ye­te ko­nu ol­ma­sı müm­kün­dür. İslâm özel mülk edin­me hak­kı­nı ta­nı­mış, Hz. Pey­gam­ber, as­hab-ı ki­ram ve yüz­yıl­lar bo­yun­ca İslâm top­lum­la­rı özel mülk­le­rin sa­hi­bi ol­muş­lar­dır.
Kur’an-ı Ke­rim’de otu­zun üze­rin­de âyette na­maz­la bir­lik­te zekâtın em­re­dil­me­si, fa­i­zi ya­sak­la­yan âyette; “Eğer fa­iz­den tev­be eder­se­niz ana pa­ra­nız si­zin­dir” [34] bu­yu­ru­la­rak, fa­iz­le ödün­ce ve­ri­len ana­pa­ra­dan söz edil­me­si, mi­ras, ti­ca­ret ve borç­lan­ma[35] ile il­gi­li dü­zen­le­me­le­rin ya­pıl­ma­sı özel mül­ki­ye­tin var­lı­ğı­nı açık­ca gös­te­rir.[36]
İslam Hukuku’na göre mülk Allah’ındır. Allah, isteyen, çalışan, kullarından dilediğine mülkünü emanet eder. Artık Allah’ın emanet etmiş olduğu o mülk kulun özel mülkiyetine girer. Allah hakkı olarak vermesi gerekenlerin dışındaki malını istediği şekilde harcama tasarrufuna sahiptir. İslam özel mülkiyeti korunması gerekli beş  esastan biri olarak saymıştır.
DEĞERLENDİRME
AİHS ve İslam Hukuku’ndan ele adığımız birkaç madde, bize şunu gösteriyor; AİHS ve İslam Hukuku arasında bir çok ortak nokta var. AİHS’nin insan ürünü olduğunu söyleyip kestirip atmamız uygun değildir. AİHS İslam’ı bilmeyen kimselere İslam’ın bazı nüvelerini yaşatıyor. Bazı yönleriyle takdir etmemizde bir beis yoktur.
 İslam Hukuku 7. yüzyılın  ürünü olmasına rağmen 20. yüzyılda ortaya çıkmış AİHS ile benzerlikler taşıyor. Bununla da kalmayıp AİHS’den daha şumullü olduğu yerler var. Nitekim bazı noktalarda AİHS daha cazip görünse de AİHS’nin maddelerinin zamanla ek protokolllerle değiştiği vakidir. Hatta yapılan bazı ek protokollerde, AİHS’nin İslam Hukuku’na daha yakın kararlar aldığını ifade edebiliriz. Bu gelişmeler bize İslam Hukuku’nun zamanlık değil; zamanlar üstü olduğunu gösteriyor.

Yazar: Ali Çalıkoğlu




[1] Ünal, Şeref, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, TBMM Basımevi, Ankara, 2001, s. 66.
[2] Çor, Yaşar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Sözleşme Kapsamında İşkence Görmeme Hakkına Bakış Açısı
[3] AİHS 2. Madde
[4] Korff Douwe, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz Kitap
[5] http://www.iskenderpasa.com/802002DB-632C-4B0A-A7FB-107D6166EA33.aspx
[6] “Din, can, ırz, akıl ve mal İslam’ da korunması esas beş haktır.”
[7] Hicr Suresi, 23
[8] Kaf Suresi, 43
[9] Maide Suresi, 32
[10]  Buhârî, Cenâiz, 84, II, 100; İbn Kesîr İsmail b. Fida, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 480. Mısır, tarihsiz. Yazır, II, 1343-1344; Müslim, İman, 175, I, 103-104;Tirmizî, Tıb,7, IV, 386; Buhârî, Cenâiz, 84, II, 100; Enbiya, 50, IV, 146.
[11]  Müslim, hacc 147; Tirmizî, tefsiru sûre (9) 2; İbn Mâce, menâsik 76, 84; Dârimî, büyü 3, menâsik 34; Muvatta, büyü 83; Ahmed b. Hanbel, V, 73.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/335-336.
[12] Bedîüzzaman, Mektûbât, S. 80.
[13] “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir.”Bakara, 178
[14] HAMİDULLAH Muhammed/AYDIN M. Akif; “Köle” TDVİA Örnek Fasikül, İstanbul 1986, s. 126.
[15] AKYILMAZ, Gül, Osmanlı Hukukunda Köleliğin Sona Ermesi İle İlgili Düzenlemeler
[16] BOZKURT, Gülnihal, Eski Hukuk Sistemlerinde Kölelik
[17] AİHS 4. Madde
[18] AYDIN M. Akif, Hukuk Tarihi, s. 242.
[19] FENDOĞLU Hasan Tahsin, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul 2000, 509–520; ENGİN, s. 26–27.
[20] Nisa 4/36.
[21] Nisa 4/98.
[22]Bakara 2/177, Nisa 4/92, Maide 5/89, Mücadile 58/3.  
[23] Buhârî, Itk, 1; Müslim, Itk, 24).
[24] Ahmed b. Hanbel; Müslim(Eyman, 29); Tirmizî ; Ebu Davud. (bk. Kenzu’l-Ummal, h. No: 25020).
[25] Nisâ, 4/92; Mücadele, 58/3; Maide 5/ 89
[26] AKYILMAZ, Gül, Osmanlı Hukukunda Köleliğin Sona Ermesi İle İlgili Düzenlemeler
[27] GÜLEN, M. Fethullah, Asrın Getirdiği Tereddütler 1
[28] AİHS Madde 1, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’ye Ek Protokol, Paris 1952
[29] Âli İmrân, 3/189.
[30]  Mâide, 5/17; bk, âyet 120.
[31] Tevbe 9/116.
[32] Enâm 6/12.
[33] Âli İmrân 3/26, 27.
[34] Bakara, 2/279.
[35] Bakara 2/3, 188, 275, 282, 283; en-Nisâ, 4/29; el-Meâric 70/25; ez-Zâriyât 51/19; et-Tevbe, 9/103.
[36] DÖNDÜREN, Hamdi, Ticaret İlmihali, mülkiyet maddesi