13 Ocak 2015 Salı

HZ MUHAMMED (s.a.v)DÖNEMİNDE DİN EĞİTİMİ



A)DİN EĞİTİMİNDE PEYGAMBERİMİZE DUYDUĞUMUZ İHTİYAÇ
Biz müslümanlar her mevzuda olduğu gibi din eğitimi hususunda da peygamberimize (s.a.v) çok muhtacız. Günümüzde  çözemediğimiz bir sürü problem var. Çözüm anahtarlarının  hepside makro alemde peygamberimizde var. Çoğu inanan muhafazakar insanların ya çocukları ya da yakınları dinden bihaber. Hatta habersiz kalmakla beraber dine düşmanca tavır takınan nice insan var. Dini eğitimin yaygınlaşmasına karşılık dini duyguların ve düşüncelerin ne türlü dejeranasyona uğradığını hepimiz biliyoruz. Evet, imkanların had safhaya ulaşmasına rağmen neden İslam’ı gönüllere nakşedemiyoruz? İslam’a aç nice insan varken problem nerde? Eğer çıkılmaz işlerin içinden çıkmak istiyorsak adres  daima belli.
Adres peygamberimiz (s.a.v)dir.  O’nu hakkıyla anlayıp , anlatabilmek bizim mefkuremiz olmalı. Eğer O’nu anlamaz isek anlatamayız da. O’nun tekniklerini bilemezsek kendi düşünce dünyamızı da insanlara yansıtamayız. Çünkü bizim düşünce dünyamız O’nun eseridir. Muhammed Fethullah Gülen günümüzde  O’na duyulan ihtiyacı  şöyle anlatır. “Zaman yaşlanıyor, ihtiyarlıyor; bazı düşünceler köhneleşiyor ve değerden düşüyor; fakat inananların sinelerinde Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem), her n daha da açan bir tomurcuk gibi daima yenilenip tazeleniyor.
 Zannımca, başkalarının, başka şeyleri anlattığı kadar O’nu anlatabilseydik –ki anlatamadıkbaşkalarının anlatılmasına imkân verildiği kadar O’nun anlatılmasına imkân verilseydi ve sanata, hayata ait müesseseler O’nu anlatmak için tam seferber olabilseydi, bugünkü nesillerin gönlünde sadece O taht kuracak ve sinelerde sadece O bulunacaktı..”[1]
 Biz bu dini o hakikat güneşinden öğrendik ve bu dini  öğretmeyi de en iyi bilen yine peygamberimizdir. Birkez daha O’na biat ediyor ve şöyle diyoruz: “Ya Rasulallah,  dünya yaşlandıkça Sen daha da   gençleşiyorsun ve biz sana her zamankinden daha çok muhtacız.”

B) AİLEDE VE TOPLUMDA KULLANDIĞI DİNİ EĞİTİM METODLARI
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v.)'in öğretmen ve iyi bir eğitimci olarak incelersek inanılmaz derecede ilginç ve bugünün eğitimcilerine ışık olacak veriler ortaya çıkar. Özellikle günümüzdeki pedagojik formasyonun çok çok üzerinde olduğunu görürüz. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.)’in öğretmeni Yüce Allah’tı. Kitabı ise kıyamete kadar baki olacak Kuran’dı.[2]  Aslında O’nun tebliğ vazifesini öğretmenlik olarak algılayabiriz. Nitekim bu vazifeyi ira ederken karşımıza bir öğretman olarak çıkar. Ama bu öğretmen farazi önermelerden bahseden , hakikatle uyuşmama ihtimali olan ilmi veren bir öğretmen değil. Öyle bir öğretmen ki konuşması da bir hakikat, susması da. Ve bu hakikatlerin çoğunun dini olması O’nu bir din eğitimcisi olarak tanımamızı iktiza eder.
İnsanların dini vecibelerini öğrenmesi için peygamberimiz gerek kendisi gerek eğittiği insanlar vasıtasıyla çeşitli uğraşlar vermiştir. İslam’ın ilk dönemlerinde bu vecibeleri bildirmek, İslam’ın güzelliklerini anlatmak, cahiliyye anlayışının şenaatinden insanları uzaklaştırmak adına Darul-Erkam kurulmuştur. Bu müessese içtimai hayatta din eğitiminin verilmesini sağlayan ilk müessesedir diyebiliriz. Bu müessese bir çok sahabinin yetişmesine vesile olmuştur. Burada dini eğitimini alan peygamberimizin  öğrencileri daha sonraları hem Mekke’de hem Medine’ de dini hayatın şekillenmesini sağlamıştır. Musab bin Umeyr bu din eğitimcilerinden biridir. Hz Musab belirli başlı ilmi peygamberimizden aldıktan sonra yine paygamberimiz’in emriyle Medine’ye gitmiş, orada bir çok insanın İslam dinini öğrenmesini sağlamıştır.[3]
Hz. Musab’ın çabalarıyla beraber peygamberimizin medine’de ashab-ı suffa’yı kurması Medine’nin içten fethedilmesini sağlamıştır.
Ba)Peygamberimizin Ailenin Din Eğitiminde Kullandığı Metodlar
Peygamberimiz her haliyle, her davranışıyla, her sözüyle bütün insanlığa iyi bir öğretmen olmuştur. Ama en önemli öğretmenliği ise aile hayatı ve çocuk eğitiminde sergilediği etkili yollar ve çözüm şekilleridir.[4]
Peygamberimizin hanesi belki dünyanın en sade hanelerinden birisiydi.  Yalnız sadeliğinin yanında huzur ve mutluluğun da  hanesi burasıydı. Bu hanedeki mutluluk ve huzur Platon , Canpenella ve Farabi gibi kimselerin ütopyalarda yazdığından da ötedeydi. Bu huzuru sağlayan peygamberimizin bir baba, aile reisi olarak  eşlerine  ve çocuklarına  çok  yumuşak ,şefkali ve anlayışlı olmasıydı. O eşlerinin ve çocuklarını  fikirlerini önemser onlara değer verir, uzlaşmacı ve dengeli bir yaklaşım sergilerdi. O asla açık aramaz , daima  güzellikleri görürdü. Yanlışlıkları da yumuşak bir dille uyarır ve dolaylı anlatım metodunu tercih ederdi.
Hz Aişe peygamberimizle evlendiğinde çok gençti. Bu yaş grubunun verdiği psikoloji ile bazı eksik davranışları olabiliyordu. Bu davranışları peygamberimiz direk kendi metodlarıyla izale ediyordu. Bir gün Hz Aişe peygamberimizin yanında birinin taklidini yapmıştı. Peygamberimiz kırmadan örnek davranışıyla onu düzeltmişti.
” Biliyor musun Ya Aişe? Dedi. Bana dünyayı verseler yine de birinin taklidini yapmazdım.”[5]
Bu söz üzerine peygamber eşi mesajı almıştı. Peygamberimizin eğitim sisteminde yerbiye gören eşi daha sonra şöyle der:” insan müslüman kardeşi için sarfettiği çirkin sözden dolayı değil de yediği helal lokmadan dolayı ağzını yıkar, ne tuhaf !”[6]
Eşlerinin yanında peygamber efendimiz çocuklarının yetiştirilmesine de hassasiyet göstermiştir. Anne ve babaya düşen görevi şöyle açıklar:“Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hıristiyan ya da Mecusi yapar.”[7] Aslında hadisi sadece neticesi itibari ile değil de yüklediği mesuliyeti itibarı ile de düşünmemiz gerekmektedir. Burada bir vazife ve yükümlülük hatırlatması vardır. Siz çocuklarınıza İslam’ı ve hakikatlerini öğretip belletmezseniz, boşluk bir şekilde dolacaktır.[8] Evet siz anne ve babalar çocucuğunuzun din telakkisi sizinle gerçekleşecek. Siz güzel örnek olursanız çocuğunuz da İslam’ı sevecek ve yaşayacak.
Peygamberimiz ehli beytini İslam’ın şiarına göre eğitiyor,  onlarda en ufak hata olmasına mahal vermiyordu. Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz damadını ve kızını evliliklerinin ilk altı ayında devamlı sabah namazına çıkarken kapılarının önünde durup: "Ey Muhammed'in ev halkı! Haydi Namaza!" diye çağırmış ve peşinden; "Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden günah kirini gidermek, sizi tertemiz yapmak ister." meâlindeki Ahzâb sûresi 33. âyetini okumuştur. Bir defasında da sabah namazı dönüşünde damadının evine uğramış ve kızını uykuda bulunca, namazını kılmadı zannederek şöyle seslenmişti:
"Kızım Fâtıma! Muhammed Mustafa'nın kızıyım diye sakın namazı terk edeyim deme. Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a andolsun ki, beş vakit namazı vakti içinde kılmadıkça cennete giremezsin" buyurdu. Başka bir yerde de peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Ey Resulullah’ın kızı Fatıma! Sen de kendini Allah’tan satın almaya çalış; zira senin için de bir şey yapamam.”[9]
Bb)Toplum Hayatında Kullandığı Metodlar
1.      Dinî yükümlülükleri yavaş yavaş, basamak basamak  öğretmiştir.
İslam’da tedricilik anlayışı tam da bunu ifade eder. Peygamberimiz dini hükümleri bir anda Müslümanlara vermekten kaçınmıştır. Nitekim kendisi de biliyordu ki ani hareketlerde hızlı değişimlerde bulunmak insan fıtratına aykırı… Bu yüzden peygamberimiz dini hükümleri bir anda değil peyder pey zamana dağıtarak Müslümanlara vermiştir. Hiçbir zaman  islamın bütün hükümleriyle yeni Müslüman olmuş insanları sorumlu tutmamıştır. Öncelikle imani boşluğu doldurmuş, ardından da sırasıyla yapmaları gereken hükümleri bildirmiştir.Efendimiz'in Kâbe'nin yeniden inşasında temelin Hz. İbrahim'in temelleri üzerine oturtulması, buna bağlı olarak 'hıcr' bölümünün yıkılıp Kâbe binası içine katılması ve yerden yüksek olan kapısının yere kadar indirilmesi arzusunu, bizzat Hz. Aişe'ye beyan buyurduğu sözleri ile "Kavmin küfre yakın olmasa mutlak yapardım!" deyip yapmaması, tedricilik özelinde bizlere büyük bir örnek sunmaktadır.[10] Demek ki Efendimiz'in tahminlerine göre insanlar, Kâbe gibi insanlık tarihi kadar eski maziye sahip olan ve inanan-inanmayan herkesin kudsiliğini kabullendiği bir binanın inşa şeklinin değişmesini -doğrusu aslına irca edilmesini- reddedeceklerinden endişe ediyor ve arzusunu erteleyip, sadece söylemekle yetiniyor.[11]
Yine başka bir yerde peygamberimiz Hz Muaz bin Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken şöyle tavsiyede bulunuyor: "Sen Ehl-i Kitap bir kavmin yanına gidiyorsun. Onları, bir olan Allah'a iman ve benim de Resûlullah olduğuma şehadete dâvet et."
"Eğer bunu kabul ederlerse, onlara, Allah'ın her gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir."
"Eğer bunu da kabul ederlerse, Allah'ın kendilerine, zenginlerden alınıp fakirlere verilecek zekâtı farz kıldığını bildir. Eğer, bunu kabul ederlerse, sakın mallarının en kıymetlilerini alma!"[12]
2.          Öğretmede orta yolda durmaya ve insanları bıktırmaktan uzak durmaya riayet etmiştir.
 Peygamberimiz her kim olursa olsun bıktırmaktan usandırmaktan daima kaçınmıştır. Bu yüzden valiye Muaz bin Cebel’e yardımcı olsun diye gönderdiği Ebu Musa el-Eşari’ye şu tavsiyede bulunmuştur: "Kolaylaştırınız! Zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin, ihtilâfa düşmeyin!"[13]Din sevdirilmeli, nefret ettirilmemeli. Kolaylaştırılmalı zorlaştırılmamalı. Sıkıcı ezbercilikten uzak durulmalı. Kafalardaki bin bir türlü şüphe ve tereddütler izale edilmeli, istifhamlara cevap bulunmalı. Allah sevgisi, hoşnutluğu, peygamber sevgisi akıl ve mantık dairesi içinde kalplere yerleştirilmelidir. Bu yapılmadan bazı hükümleri öğretmeye çalışmak insanın  dinden nefret etmesine sebep olabilir.[14]
3.          Öğrenenler arasındaki kişisel farklılıkları göz önünde bulundurmuştur.
 Muhatabın seviyesini gözeterek konuşmak İlâhî bir ahlâktır. Cenâb-ı Hak her milletin ilim ve ihata seviyesine, problemlerinin keyfiyetine ve ihtiyaçlarının türüne göre teferruatta özel emirler vermiş, hususî kanunlar vaz ‘etmiş ve her dönemde tenezzülât-ı kelâmiyesini farklı şekilde, değişik bir tecelli buuduyla ortaya koymuştur.[15] Peygamberimiz muhatabına göre hareket etmiştir. yetişkin bir insana davranışıyla çocuklara davranışı bir olmamıştır. Çölden gelen bedevi ile Mekke’nin ulularından birine hitabı aynı olmamıştır. Herkesin sinyal aldığı frekans farklıdır. O büyük zat da muhatabının ihtiyacını göze alarak ona uygun mesajları vermiştir. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

Bedevînin biri, Peygamberimiz (asv)'in mescidinin içinde küçük abdestini bozdu. Mescitte bulunanlar kızdılar, bağrıştılar, yerlerinden kalkıp adamın üzerine yürümeye başladılar. Nerdeyse adamı döveceklerdi... Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onlara şu emri verdi:

"Onu bırakın. İdrarını yaptığı yere bir kova su dökün ve temizleyin. Sizler kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak değil…" Bir bedeviye karşı böyle davranıyordu. Yalnız aynı davranışı yakın arkadaşlarından biri yapmış olsa tavrı çok daha başka oluyordu.
4.          Söylediği hakikatleri bizzat yaşayarak hayatıyla göstermiştir.
Hal ile halledilmedik mesele yoktur. Tavsiyede bulunmanın, eğitmenin, konuşmanın fayda etmediği zamanlar vardır. Eğer kalp ile dil bir olur düşünceler amele yansırsa dil dökmeye hiç gerek kalmaz. Peygamberimiz dil dökmeden önce yaşantısıyla ruhi hayatını, mefkûresini insanlara duyurabiliyordu. cahiliye insanları bile bu yüzden ona yalancı diyemiyorlar; ancak Muhammed’ül Emin diyorlardı. Hz Ebu Bekir’e “yoldaşın bir gecede Mescid-i Aksa’ya gidip göğe yükseldiğini sonra da geri döndüğünü söylüyor” dediklerinde Sıddık “O demişse doğrudur” diyordu. Çünkü O’nun yalan söylediğini hiç duymamıştı. Yine Medine’nin ileri gelen Yahudi âlimlerinden Abdullah İbni Selam O’nu görünce “ Bu yüzde yalan olmaz demişti”
5.      Muhataplarına sorular yöneltmiştir.
Anlatacağı konuya dikkat çekmek, merak ve ilgi uyandırmak için soru sorardı.
Bir gün ashabına: “ Müslüman kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu.
Onlar da: “Allah ve Resulü daha iyi bilir!” dediler.
Yeterince dikkat uyandırdıktan sonra: “ Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” buyurdu.
Sonra: “Mümin kimdir?” diye sordu. Ashap yine:
"Allah ve Resulü daha iyi bilir." dediler. Bunun üzerine şunları söyledi:
"Müminlerin canları ve malları hususunda kendisinden emin olduğu kimsedir."[16]
Allah Resulü (sav) soru sorarak ilgi ve merak uyandırıyor, dinleyenleri motive ediyor, ondan sonra anlatacaklarını anlatıyor. İnsan ilgisizce dinlediği şeyi öğrenmez, hele uzun zaman aklında hiç tutmaz. Onun için eğiticilerin sorular sorarak, dinleyenleri motive etmesi çok önemlidir.[17]
6.      İnsanı değil, davranışı eleştirmiştir.
Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmişti; hep güzel sözler söyler, güzel işler yapardı. Çirkin ve kötü kelimelerin gönülleri çirkinleştirdiğini, bulandırdığını bilirdi. Bu sebeple ömrü boyunca dost veya düşman kimseye çirkin bir söz söylememiştir. Allah Resulü (sav) kırıcı konuşmazdı. Kendisine kötü davranıldığı zaman bunu kişiselleştirmez, genelleme yapar ve düzeltirdi. Kendisine bir şikayet ulaşsa veya hatalı bir davranış görse yapanın yüzüne vurmazdı. “İnsanlara ne oluyor, niçin şöyle söylerler veya böyle yaparlar!” diye konuşur, davranışın kötü olduğunu hissettirir, insanı kötülemez ve insana ağır gelecek söz söylemezdi.
7.      İnsanların anlayabileceği şekilde konuşurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), peygamberlerin konuşma tarzını şöyle anlatmıştır:
“Biz peygamberler, insanlara akıllarına göre konuşmakla emir olunduk.”[18]
Başka bir hadis-i şerifte şöyle bir tavsiyede bulunur:
“İnsanlara anlayabilecekleri şekilde konuşunuz.”
Hz. Ali (r.a.), “Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) çabuk konuşmazdı; her işitenin anlayacağı şekilde teker teker konuşurdu.” der.[19]
8.      Çok yumuşak, nazik ve mütevazı bir tavır sergilemiştir.
Eğitmenin olmazsa olmazlarından biri de onun yumuşak huylu olmasıdır. Onun bu huyda olması insanların teveccühünü çeker. Kimse kaba saba, bağıran, kızan birinden ders almak istemez. Peygamberimiz o kadar yumuşak ve nazikti ki toplumun her kademesinden insan rahatlıkla gelip O’na soru sorabiliyordu. Kadın sahabeler ondan çekinmeden ilim elde edebiliyordu. Bir rivayete göre Mescid-i Haram ’da kadınlar için de ayrılmış bir bölüm vardı. Kadın efendilerimiz burada peygamberimize sorular soruyor ondan ders alıyorlardı. Buhari’nin belirttiğine göre, Peygamberimiz haftanın bir gününü yalnızca kadınlara ayırmış bu suretle onlara yeni şeyler öğretmiş ve sorularını cevaplamıştır.[20]
9.      Sorduğu soruya doğru cevap alınca teşvik ve taltif için, takdirlerini açıkça belirtmiştir.
 Beğenilmek ve takdir edilmek” insanların çok önemsediği bir davranıştır. Sosyal bir varlık olan insan, başkalarına kendini beğendirmek, saygın olmak ve saygı görmek ister. Bu duygu, çocuklarda daha önemlidir. Çocuklar, büyükler tarafından beğenildiklerinde memnun olurlar. Neyi doğru, neyi yanlış yaptıklarını büyüklerin beğenisine bakarak tayin ederler.[21]

İbn Abbas (r.a.) anlatıyor:

“Bir gün Nebi (sav) tuvalete gitti. Ben de abdest alması için bir kaba su hazırladım. Daha sonra Sevgili Peygamberimiz (sav) su dolu kabı görünce kimin hazırlayıp koyduğunu sordu. Benim hazırladığımı öğrenince: 'Allah'ım, onun dindeki anlayışını artır.' diyerek bana dua etti.”

Peygamberimiz (sav), İbn Abbas'a dua ederek onu duayla ödüllendirmiştir.

C)DEĞERLENDİRME
Öncelikli olarak şunun farkına varıyoruz. Gerçekten peygamberimiz her alanda olduğu gibi dini eğitim alanında da çok farklı meziyetlere sahip. İnsanları cahiliye mantığından nasıl kurtarıp yetiştirdiğini hepimiz ilme’l yakin görüyoruz. Şu asırda O’nun metodlarından habersiz güruh hem çocuklarını hem yakınlarını eğitirken bocalamakta. Nice  okyanus gibi bilgisi olanlar da küçük göletleri dolduramamakta. Çünkü küçük göletlere giden yollar nereden geçmekte bilinmiyor. Ama şu bir gerçek ki kainatın rehberi bu işi çok iyi biliyor. Kendi uygulamalarıyla da bize hangi yolun doğru olduğunu kanıtlıyor. Bize de sadık isek O’nun yolunun yolcusu olmak düşüyor.
Evet, dini eğitimde metod Allah resulünün metodudur. Anlatmadan önce yaşayacağız. Muhatabımızı iyi tanıyacak, ihtiyacına göre şerbet vereceğiz. Bilmesi gerekenlerle kendisini mesul tutacağız. Zamanı geldikçe yeni mesuliyetlerini de bildireceğiz. Kesinlikle kaba saba olmayacak, sevdirici, ümit verici, kolaylaştırıcı olacağız. Yerinde gelecek tebessüm edecek,  yerinde de yanlışı düzeltmek adına duruşumuzu değiştireceğiz. O kadar çok yumuşak ve nazik olacağız ki insanlar edep öğrenmek, ilim öğrenmek için bize gelecek. Bize gelmekten hiç kimse ne utanacak ne de korkacak.  
Eğer bu yolu yani peygamber yolunu kullanırsak insanların gönüllerine taht kurabilir, neyin hak neyin batıl olduğunu kulaklara fısıldayabiliriz. Bu sayede haktan yana olan temiz yüzlü nesillerin yetişmesine vesile oluruz. Bu silsile böyle devam eder, onlar da geleceğin toplum mühendisleri olurlar.

Yazar: Ali Çalıkoğlu




[1] Gülen, M. Fethullah  Sonsuz Nur, syf 3
[2] Tama , Bahaddin      Bir Öğretmen Olarak Hz. Peygamber
[3] Tama , Bahaddin      Bir Öğretmen Olarak Hz. Peygamber
[4] Ertuğrul, Halit           Örnek Hayatıyla Herkesin Öğretmeni
[5] Ebu Davud, Tirmizi
[6]Ahmed ibni Hanbel , ez-Zühd
[7] Buhari, “Kitabu’l Cenâiz”, Bâb: 79/1359;  “Kitabu’l Kader”, Bâb: 3/6599
[8] Uyar ,Hasan Hüseyin       Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt Eğitimi
[9] Buharî, Vesâyâ 11; Tefsir (26) 2; Müslim, İman 348-352
[10] (Buhari, İlim, 48; Müslim, Hacc, 399)
[11] Kurucan Ahmed  Tedricilik Bugün Ne İfade Ediyor?  Zaman Gazetesi  24.04.2007
[12] Müsned, 1:233; Buharî, 3:73; Müslim, 1:150; Tirmizî, 3:21.
[13] Buharî, 3:72
[14] Yıldız Muharrem   Çocuk Eğitimi Üzerine
[15] http://www.sorularlaislamiyet.com/
[16] Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed ve Öğretim Metotları, s. 81.
[17] http://www.resulullah.org/
[18]  İslam'da Aile Eğitimi, s. 482-483.
[19]  Tirmizî, Menakıb 19/3642
[20]  Buhari, ilim, 87
[21] http://www.resulullah.org/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder